Dienstag, 8. März 2016



Göbekli Tepe binlerce yıl önce toprakla doldurulurken buna karşı çıkan oldu mu? Dolgu sürecini sorgulayan?  ‘ kendi yarattıklarımızı nasıl yok ederiz?’ diyen?

Çivi yazılı tabletler ile bugüne kadar ulaşan bir metin vardır Mezopotamya’ dan, adı Enuma Eliş. Yedi kil tablet üzerine yazılmış, yaklaşık bin satırlık metinde  anlatılanlara, Babil yaratılış destanı da denir bazen, bulunan tabletler milattan önce birinci bin yıla tarihlenir.
Orda burda , aslında başka bir yayın ararken, çeviri metinleri ile  (arkeologlar, çivi yazılı tabletleri, filmlerde gördüğümüz sahlerin aksine kil tabletin üzerinde biraz parmağını gezdirerek okuyamıyor genellikle :) ) tekrar tekrar karşılaştığım  Enuma Eliş, başlangıç satırları  ve Tiamat’ın ‘kendi yarattıklarımızı nasıl yok ederiz’  ifadesine indirgenmiş olarak yerleşir hep hafızama. Metnin diğer kısımları zaten, daha çok Marduk’ un  ana tanrı mertebesine yükselmesi konusunu, propoganda havasında anlatır.
Hikaye kısaca şöyle:  ‘henüz yukarda gökyüzü yok iken ve aşağıda yeryüzü yaratılmamış iken’ diye başlıyor Enuma Eliş. İlk olarak, iki tane tanrıların tanrısı var başrolde, daha doğrusu bir tanrı Apsu  ve bir tanrıça Tiamat. Bunlar yavaş yavaş gökyüzünü, yeryüzünü  ve yaradılış efsaneleri için ilk etapta gerekli olan diğer bazı unsurları  yaratıyorlar, sonra da  diğer tanrıları.  Ama bu yeni  tanrılar bir süre sonra, nedendir bilinmez çok gürültü çıkarıyorlar ve Apsu bundan rahatsız oluyor.  Gürültücü yeni tanrıları  cezalandırmak, yok etmek istiyor, danışmanı ile birlikte Tiamat’a gidiyor planını açıklıyor, Tiamat çok heyecanlanıyor, kızıyor, sinirleniyor bu plana, kabullenemiyor cezayı ve yok etmeyi. Benim kafamdaki sahnede ise aslında hüzün ve acı ile, bir kadının koruyucu şefkati ile dönüyor Apsu’ya ve işte  hep aklıma  takılan o sözleri ediyor ‘ kendi yarattıklarımızı nasıl yok ederiz’.
İnsan beyni ve hafızası şaşırtır, iki satır metnin seni aldığı götürdüğü yerlere niye geldiğini kendin bile anlayamazsın.  Etkileşimlerin beni götürdüğü yer ise çoğunlukla Göbekli Tepe. Belki bu his hep vardı, ama bunu şimdi Klaus’un yokluğunda daha da fazla hissediyorum. Göbekli Tepe’ nin ikimizin hayatının her aşamasında  kapladığı, hatta, adeta işgal ettiği yer ile  aklıma, düşüncelerime, etrafı anlamama, karşılaştığım her türlü yaratıcı eseri algılamama kadar her konuda beni ve ayrıca daha da fazla  Klaus’u etkisi altında bıraktığını söylemem gerekir, kimse de şaşırmaz buna sanırım.
Göbekli Tepe’de Klaus un yanında ve onun ekibi ile birlkite 20 yıl boyunca çalışırken ulaştığımız önemli bilgilerden biri,  bulduğumuz neolitik dönem yapılarının bilinçli olarak dönem insanları tarafından toprakla dolduruldukları, bir şekilde gömüldükleri tespiti idi. Neden gömülmüşler/ doldurulmuşlar sorusu,  bu bilgiyi kavradığımız andan itibaren (kazıların son zamanlarında değil, ilk yıllarında idi bu) hepimizi meşgul eder hale geldi tabii. Arkeologlar olarak bu sorunun cevabını aramak için dolgu sürecini incelememiz gerektiğini biliyorduk ve buna yönelik çalışmalar yapıldı, yayınlandı , bu bilgi bilimsel çevrede paylaşıldı vs.   Aynı bilgiyi gelen ziyaretçilerle de paylaşmaya başladığımızda, Göbekli Tepe’ nin  günümüze  bu kadar güzel korunmuş olarak ulaşmasının, Urfa ya o kadar yakın ama o kadar uzak kalmasının ve binlerce yıl keşfedilmeyi ve Klaus Schmidt ile karşılaşmayı beklemesinin , kazılar başlamadan önce toprak üstünde hemen hiçbir şey görünmemesinin hep bu, yapıların zamanında bilinçli olarak doldurulması ile ilgili olduğunu anlatmaya çalıştığımızda, her duyduğuna inanmayacak kadar kendine güvenen, kendisine sunulan bilgiyi kendi bilgiçliği ile sınayan bazı ziyaretçiler ne saçma , öyle olamaz, niye bu kadar uğraşsınlar bunları yapmak için sonra da gömsünler derlerdi...Bir yandan da iyi bir kendine güven tavrı sergiliyorlardı bu kişiler belki de, kendine her anlatılana inanmamak iyidir !
Ne diyordum, Enuma Eliş ve Göbekli Tepe etkileşimleri...Aklımda bir kadın ...Göbekli Tepe’yi yapanların zamanından ...ama ille bir kadın olması gerekmez..belki birden fazla  birey, birileri işte...muhalif bir grup da olabilir...insanlık tarihinin neresinde, insanlar tamamen homojen bir birliktelik içinde yaşadılarki...o zamanlarda da farklı düşünenler, ötekiler  olmalıydı...
Göbekli Tepe’yi kapamaya başladıklarında, üzerini toprakla örttüklerinde, hüzünle, acı ile bu örtme işlemini izleyenler, niye kapatıyoruz diyenler olmuş mudur? Göbekli Tepe’nin T-biçimli dikilitaşları tahrip edilmemiş, bir zorbalık, bir şiddet görmemişler, neredeyse sevgi ile dikkatli bir itina ile toprak ile kapatılmışlar...Biraz Tiamat gibi  düşünen kadınlar var mıydı acaba o zamanlarda,  kendi yarattıklarımızı neden saklıyoruz, niye bir daha hiç görmemek üzere toprağın altına uğurluyoruz diye düşündüler mi onlar da? Eserlerinin üzerine toprak düştükçe görebildikleri son kıvrımları takip edip, o anı belleklerinde saklamak için çabaladılar mı, kendilerinden bir parçayı da üzerini örttükleri eserlerinin yanına koyuverdiler mi, bir hatıralarını beraber yolcu ettiler mi? ya artık her şey toprağın altına girdikten sonra ne hissettiler, ne anlattılar, ne söylediler, ne düşündüler?  Bu yaşadıklarının anısını geleceğe nasıl taşıdılar? Orada toprağın altında ne olduğunu halen bilen insanlar ne yaptı peki, tekrar tekrar Göbekli Tepe’ ye gelip etrafta dolaştılar mı? Gözyaşı döktüler mi?
Toprak sana iyi olsun, seni saklasın ve korusun dediler mi?
NOT: Bu yazdıklarımda kesinlikle Göbekli Tepe ve Enuma Eliş ilişkilendirme çabası aranmasın lütfen, sadece aklıma takılanların ve etkleşimler sonucu üreyen düşüncelerin paylaşımıdır bunlar, ne de olsa bir blog yazısıdır, bir çeşit dijital günlüktür ya da benzeri bir şey, fazla anlam yüklemeye gerek görülmesin...

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen