Mittwoch, 23. Dezember 2015


NOEL zamanı...
Yarın itibarı ile  ülke çapında toplu hüzün ve depresyon günleri başlıyor buralarda. Noel ile yılbaşı arası, Almanya da en çok aile dramlarının, en yüksek intihar yüzdelerinin kaydedildiği zaman...Hani biz Noel‘ i (küçükken izlediğimiz Hollywood filmleri ve dizilerinin etkisinden belki de), lapa lapa kar yağışı, ışıl ışıl çam ağaçlarının altında hediye paketleri , noel baba ve geyikleri gibi  görüntüler ile bağdaştırırız ya, bu film ve dizilerde hayatları absürdçe idealleştirilmiş aileler olur ya hani; anne sabah saçı yapılı kalkar yataktan, makyajlı ve süper neşeli bir şekilde omlet yapar, çocuklar masanın etrafında uslu uslu oturup kahvaltı ederler, portakal suyu ve bardak bardak süt olur masada, baba biraz sonra çantasını alıp arabasına binip işine gitmeden önce gazetesini okur falan …kimse acele içinde ve ya panik halinde değildir, sağa sola çılgın gibi koşuşturmaz, çocuklara kimse “oğlum kahvaltıya gel hadi, kızım geç kalıyorsun çabuk ol, bak o yumurta yenmeden kalkılmayacak masadan „gibi şeyler söylemez …bu tür filmlerden gerçek hayata kayan tek şey arka plan dekoru herhalde...Çam ağaçları, ışıltılı süsler, noel baba kostümleri vs. vs. var her yerde ama bunun yanında marketlerde ve alışveriş merkezlerinde son dakika hediye arama sıkıntısındaki insanlar, mağazalarda bütün gün çalan aynı cıngıl cıngıl müzik nedeni ile çıldırma sınırına gelen kasiyerler(son yıllarda bazı şehirlerde kalktı galiba müzik kısmı),  24 aralıkta  öğlene kadar her yer açık olduğundan bu son mesaide kimler olacak tartışmasını yapan çalışanlar, ne pişireceğim, nasıl pişireceğim derdindeki ev sahipleri, hangimizin ailesine önce gidilecek kavgası yapan  çiftler vs. vs. ve Noel aslında ailelerin sessizce bir arada olmaya çalıştığı ama karşılıklı yüksek beklentiler yüzünden aile içi kargaşalarını da beraber getiren, her şey yolunda bile gitse garip bir temel hüznü barındıran bir zaman…Almanya da noel ağacının kurulması faaliyeti 24 ü akşamı yapılıyor, akşam yemeğinden sonra hediyeler açılıyor, Amerika da ise bildiğim kadarı ile ertesi gün sabah açıyorlar hediyeleri (çocuklara anlatılan noel baba masalının inandırıcı bir tarafı olsun diye herhalde! ) Noel ağacı ve zımbırtıları 6 Ocakta toplanıyor, noelden sonraki ilk iş günü bütün alışveriş merkezleri yine dolup taşıyor, çünkü beğenmediğin hediyeyi geri ver, yerine başka bir şey al günleri başlamış oluyor…Klaus tek çocuk olduğu ve benim ailem noel kutlamadığı için bizim hayatımız bu günlerde oldukça sakin geçerdi, ama nedenini anlamadığım bir şekilde Noel hüznü bana da bulaşırdı , Klaus da bunu, yaşanılan ülkeye adaptasyon ve entegrasyon diye tanımlar ve gülerdi bana…

Dienstag, 8. Dezember 2015


Arkeolog musunuz, araştırma yapacağım diye çırpınıp, izindi, oydu buydu , senelerinizi, ömrünüzü bu işe mi verdiniz, neolitik döneme ait olduğuna dair yayını yapılan bir yere , adı Karahan Tepe olsun mesela, öğrencilerinizi, meslektaşlarınızı götürüp gezdirmek mi istediniz, sizi şikayet eder bir başka cibilliyetsiz sözde meslektaşınız, izinsiz araştırma yapıyorlar, kaçak kazı yapıyorlar diye Jandarmayı bile kandırıp peşinize takar, tatil gününüzde gezi yapacağınıza üç saat karakol bahçesinde yanlışlığın düzeltilmesini beklersiniz,  olmuştur , tanıkları vardır böyle durumların....en iyisi siz arkeolog falan değil de dandik bir esoterik yazar olun, gidin istediğiniz yere,  ne gezmesi , araştırma yapın, ölçün biçin, yayınlayın...
yazdıklarımın arkasındaki traji-komik hikayeleri, kazı çalışmalarının arka  planlarını bilmeyenler zorlanacaklar işin absürdlüğünü anlamakta ama, aşağıdaki videoda görülen durum vahim... adamlar resmen yüzey araştırması yapıyorlar...hele bir videoda tulum, maske falan giymiş sarnıca giriyorlar....gerisini sinirden seyretmedim artık...
https://m.youtube.com/watch?v=CXoCRP3isAM&feature=player_embedded
Klaus un 2000 yılından bir makalesi, aşağıya linkini ekledim...ilk iki sayfasını özellikle, Göbekli Tepe'nin bulunuş hikayesini evirip çevirenlere, yok şu bulmuştu, yok şu Bey emekli oldu ondan sonra Klaus Bey başladı, yok köylüler sayesinde bulundu diye döndüre döndüre bulandırmaya çalışan ama  bir türlü gönül rahatlığı ile evet Klaus Schmidt buldu ve araştırdı, başından beri her gün kazı çalışmalarının bizzat başındaydı diyemeyenlere sunayım, biliyorlardır ya gerçi, yine de tekrar hatırlatayım dedim...

Dahası da var, o ilk İstanbul-Chicago yüzey araştırmasında toplanan 2996 tane  çakmaktaşı parçanın  İstanbul da yıllarca  labaratuarda bulunduğunu ve yine kimsenin ne ile karşı karşıya olduğunu anlamadığını ve  1995 de Klaus, Göbekli Tepe ye başladıktan sonra , aaa bizde de birşeyler vardı oradan diye, geriye dönük bir inceleme yapıldığını da tahmin ediyorum...Klaus hep ne güzel yavaş yavaş anlatırdı bunu, o zamanki neolitik dönemle ilgili bilgilerle tahmin edilemezdi böyle bir yer olacağı, onun için anlaşılamamış 1963 de diye açıklardı konuyu mütevazi bir şekilde..Ama ben, onun ardından , bir yılı aşkın zamandır,  talan ruhluların yaptıklarını gördükçe, avaz avaz anlatmak istiyorum birçok şeyi...Nefesim tükenene kadar, ömrüm yettiğince de anlatacağım...Göbekli Tepe yi bugün biliyorsak, orayı gezme görme şansımız olduysa, orada çalışma mutluluğuna erişebildiysek, bu bir, 12000 yıl önce orayı yapan ve bir süre sonra tahrip vermeden üstünü kapatan insanlar ve onların zengin iç dünyası, bir de 1994 de öngörüleriyle  gelip burayı ziyaret eden ve araştırmaya, kazmaya karar veren Klaus Schmidt sayesinde olmuştur, geriye kalanlar ya da aradakiler gereksiz teferruattır...ama hem gereksiz, hem teferruat olmalarına rağmen, Klaus un hatırasına hoyratça yaklaştıklarında beni meşgul etmeyi ve üzmeyi başarmaktalar maalesef...

Ayrıca ilk yüzey araştırması 1963 de  yapıldı ve hemen zaten anlaşıldıysa oranın ne olduğu neden 1980 yılına kadar yayın yapılmadı, neden Göbekli Tepe de kazılara başlanmadı, neden 1994 de Klaus ilk defa Göbekli Tepe ye geldiğinde Örencik köyü yaşlıları, nihayet yeniden bir arkeolog geldi buraya 30 yıl sonra diye karşıladılar onu.

Köylülerin müzeye getirdiği  iki taş heykel parçasını görünce anlaşılmış Göbekli Tepe nin ne olduğu tezini savunan ve ' sabana takılan heykelle bulunan Göbekli Tepe' efsanesini yaşatmaya çalışan fraksiyon da şunu kabul etmeli, evet Örencik köylüleri eksik olmasınlar iki tane buldukları heykeli getirmişler müzeye ama eserlere sahte raporu verilip depoya alınmış, Klaus kazılara başladığı yıl zamanın Müze Müdürü merhum Adnan Mısır , bak Klaus bunlar da oradan gelmişti, bir incele diye göstermiş bunları, hatta bu iki heykel teee 2005 yılında gerçekten GT adına envantere alınmıştır...Hatta eserleri müzeye getiren Şavak Amca  da,  kazılar başladıktan sonra, sahte dediniz inanmadınız diye kızıp, bari şimdi verin  ikramiyemi diye müzeyi biraz zorlamıştır haklı olarak...sonunda da aldı galiba bir miktar para rahmetli...
http://www.persee.fr/doc/paleo_0153-9345_2000_num_26_1_4697
23 kasımlarda,  gece 12:00 de Klaus evde bir yere sakladığı çiçek demeti ile sürpriz yapıp, doğum günümün ilk dakikalarını  kutlardı, sabah da annem arardı…saat 16: 00 sıralarında doğduğumu, yılların ne çabuk geçtiğini falan konuşurduk annemle, bazen bebeklik fotoğraflarımızın olduğu albümlere tekrar baktığını anlatırdı, çocukluk halimizi, hepimizin bir arada olduğu zamanları özlediğini düşünürdüm o zaman…
Bu sabah , elliye üç kala doğum günümde,  bir rüyanın ortasında uyandım…Sigmund Freud bilirlere, severlere yem olacağımı bile bile yazıyorum burada…Klaus ile kazıda idik, tatil günü idi, geziye gidecektik , onun için Klaus neşeliydi, gene mavi gömleğinin kollarını dirseğine kadar buruş buruş kıvırmış halde beni ve ekibi bekliyordu…Ben sürekli gözünün içine bakıyor, öğlen oldu hala hatırlamadı doğum günümü diye üzülüyordum…bu arada başka arkeolog tanıdıklar da resmi geçit halindeydiler, özellikle neolitik tayfası, Urfa kalabalıktı yani  rüyamda,  neyse ayıntıları atlıyorum, sonraki sahnede  arabadayız, Klaus direksiyonda, ben de yan koltuktayım ve hala ona bakıyorum, keşke diğerleri gelmese biz ikimiz gitsek geziye diye düşünüyorum(hafif bir bencillik?) Doğum günümü hala hatırlamadığı için kırgın değilim ona rüyamda ,aksine, unuttuğunu farkedince üzülecek şimdi diye düşünüyorum…sonra  başucumdaki telefonum  kimbilir neye beep lediyse , uyandım o sesle, gördüklerim de taptaze kaldı aklımda…bazen çok yoğun olur ya rüyalar, bir çeşit ‚second life‘  gibi,   başka bir boyutta başka bir yaşamdasın gibi sanki hani, öyleydi biraz..
Doğum günleri ve yılbaşlarında adet olduğu üzere, geleceğe dair ama hemen yarın boşverilecek hedefleri de aklımdan geçirdim bugün; artık iyi olacağım, erken yatıp erken kalkacağım, çok düzenli çalışacağım, hepimiz zaten öleceğiz onun için bana kalan zamanı iyi değerlendirip işlerimi bitireceğim, evden çıkma konusunu sadece mecbur olduğum zamanlarla sınırlamayıp, mesela hava almak, spor yapmak için de dışarı çıkacağım falan filan dedim kendi kendime…
Bir de bugün, karşı bir atakla ben hepinizin doğum gününü kutlamak istiyorum aslında. Son aylarda, hatta son bir yılı aşkın zamanda kutlayamadığım, özen gösteremediğim tüm doğum günleri  için beni mazur görünüz, bazen insanın eli ne kaleme, ne telefona, ne klavyeye gidemeyebiliyor... Bazen de böyle coşuyor insan yaz yaz bitiremiyor  anlatmak istediklerini…
https://www.facebook.com/cigdem.koksal.965/posts/10153555610844774:0

Samstag, 30. Mai 2015

...bu mayıs başında bir iki günlüğüne Urfa ya gittiğimde Göbekli Tepe yemyeşildi, çok yağmur yağmış bu sene ot çiçek adam boyu olmuştu SIT alanı içinde...yeşil görünüşü çok güzeldi de, döndüğümden beri temmuz ağustos geldiğinde bu yeşiller sapsarı olduğunda neler olabileceğini düşünüyorum durmadan...Otların yanında kazı alanında şimdi bir de ahşap yoğunluğu meselesi var...Klaus geçen yıl ilkbahar sezonunda ahşap geçici çatıyı bitirdiğinde yangın söndürme tüpleri alıp çatı alt...ında farklı yerlere yerleştirmişti...ama geçen yaz Bakanlığın yaptığı çevre düzenlemesi başladı ve yürüyüş yolları için eskiden demiryollarında kullanılan kalın kalın ahşaplar kullanıldı...ve bunlar buram buram benzin kokuyor ! sanırım ahşabın korunması ile ilgili bir mevzu nedeni ile bir şey sürüyorlar üstüne..2014 yılı haziran ayında Klaus son kez GT yi gezdiğinde , uzun uzun bu ahşap yürüme yollarına bakmıştı... çalışmalar sırasında bizim ekibin kullandığı küçük bir su tankı vardı, onu kazı alanının yakınına getirmelerini istemişti Hasan ve Veysi den, bir de basınçlı su püskürten bir alet almıştık onu da tepeye götürmeyi planlamıştı..şimdi anız mevsimi de başlamış...düşünmeyeyim, uzaklaşayım diyorum ama hala aklım orda...en kötü ihtimalleri düşünüp önlem alan olur herhalde....Klaus Bey yok artık, başının çaresine bak Göbekli Tepe!
Devamını Gör

Montag, 11. Mai 2015

Her yıl, Türkiye`de kazı yapan tüm arkeologları biraraya getiren Kazı ve Araştırma Sonuçları Toplantısı yarın Erzurum da başlıyor. Otuzaltı defa düzenlenen bu sempozyumun son yirmi yılında, Klaus ilk gün, ikinci oturumda, hemen hemen her zaman aynı saatte Göbekli Tepe‘ nin son kazı sezonundan taze verileri sundu, son onbeş yılında ben de ona eşlik ettim, sempozyuma beraber gittik hep, her yıl dördüncü güne kadar kalmayı planlardık, çünkü üçüncü gün merakla beklediğimiz, dinlemek istediğimiz yeni prehistorik çalışmaların bildirileri olurdu, ama Klaus‘un işlerinin yoğunluğu nedeni ile her sefer Çarşamba oturumlarının tamamını dinleyemeden ayrılırdık sempozyumdan.
Göbekli Tepe , 2014 yılı ekim ayından beri artık müze kazısı statüsüne alındı…o yüzden önümüzdeki birkaç yıl bu sempozyumda temsil edilmeyecek…Klaus‘un son kazı sezonu olan 2014 yılı ilkbahar dönemi, Göbekli Tepe‘ nin KST‘de de son dönemi olacaktı…onun adına ve hatırasına , onun notları ve değerlendirmeleri eşliğinde ben anlatmak istedim bu yıl sempozyumda Göbekli Tepe ve Klaus‘ un birlikteki son günlerini, Klaus‘ un gördüğü, değerlendirdiği son kabartmayı, son buluntuyu, kazı ile ilgili gelecekteki planlarını, kaygılarını …geçen yirmi yılın son halkası niteliğinde ve hem Klaus adına hem kendi adıma, meslektaşlarımdan bir çeşit veda amacı ile düşünülmüştü bu…ama bir veda sürecini bile içine sindiremeyenler, adıma dahi tahammül edemediklerini o kadar belli ettilerki, bu kadar kırıp dökmeye ne gerek vardı sorusu aklımda, yorgunluk içinde, katılım teklifimi geri çektim…meslektaşlarımı, arkadaşlarımı nasıl olsa bir yerlerde göreceğim…Bir iki insan müsvettesinin arsız çabalarını ise uzaktan bir izleyeyim diyorum, bakalım nereye kadar tutacak bu densizlikler…

Anneeemm...45 yaşına gelen küçük (!) yavrusunun akşam yemek yiyip yemediğini dahi hala düşünen, merak eden annem...





"toplumlar mental anlamda az gelişmiş olduklarında, sergiledikleri
en belirgin davranış, başarılara sahip çıkmak, başaranları kötülemek,
kendilerinin, olmayan faziletlerini satmaya çalışmaktır‘ bir dost yazmış bunları bana, üzülme diyerek eklemiş ‚
‘böyle bir toplum içinde karşılaştıklarını ciddiye almadan yaşamaya çalış‘…
Dostun beni teselli etmeye çalışırken yaptığı saptamada bahsettiği Türkiye toplumunun bir kısmı haliyle, ama ‚toplum‘ ifadesini bireyle değiştirdiğimde, çevremde alman, türk, kürt, ingiliz vs. bir sürü milletten, bu tür hazımsız insan örneği olduğunu, üzerine titrediğim sevgilinin hatırasına, emeğine hoyratça yaklaştıklarını, beş dakika emek vermedikleri çalışmalara ‚benimdir‘ demeye utanmadıklarını görüyorum ve evet bunları ciddiye almamak için çaba harcıyorum hakikaten…neyse …yakında benden `kazınıza da, arkeolojinize de...` diye başlayan bir paylaşım gördüğünüzde ciddiye almama misyonu tamamlanmış demektir...