Sonntag, 29. Mai 2016

BERHO AMCA`nın ardından...

Onu Hasan’ın ve Tarık’ın dedesi olarak bilirdik, Mahmut`un babası ve Şavak Amca’ nın kardeşi olarak...Kardeşinin aksine çok az gelirdi Göbekli Tepe’ ye, 20 yıl boyunca belki beş altı kere karşılaşmıştık...Adını dahi tam olarak bilmezdik, çünkü bizimle hiç çalışmamıştı ve sigorta işleri ya da başka bir resmi iş için kimliğini falan hiç görmemiştik...Bilmiyorum kürtçe konuşan her köşede böyle mi ama , bizim çocuklar babalarına, dedelerine, amcalarına sadece apo derlerdi hep...Ona ama herkes baba dermiş köyde...

Hani olur ya masallarda, ya da rüyalarda ışıklar içinde bir beyaz sakallı dede, işte tam da bu tanıma uygun bir dinginlik, bir duruluk olurdu yüzünde...sanki bizim aramızda değil aksine çok sakin, çok huzurlu bir başka boyutta yaşıyor gibi hareket ederdi ..Bir keresinde ben taş bahçesinde( taş bahçe: büyük taş eser parçalarının sıra sıra durduğu alan, evet öyle bir hizada durmaları da benim işim, takıntılarım yüzünden oluşmuş bir düzen) çalışırken sessizce kuzey yönündeki tarlasına doğru gittiğini görmüştüm, birkaç saat sonra yavaş yavaş yürüyerek bana doğru geldi...taş bahçesinin duvarının kenarındaydık, taşlara numara falan yazıyorduk , onun torunu Hasan ve kardeşinin torunu Yakup ile...duvarın kenarına çöktü sessizce, hani o toprakların insanı sırtını bir yere dayayıp çömelip oturur, öyle oturdu, baktım elleri kıpkırmızı idi, meğer tarlada bir şeyler ilaçlamış, büyük ihtimal maskesiz , eldivensiz el sürmemek gereken bir sıvıyı çıplak elle uygulamıştı...Torunlar ona su getirdiler hem içmek için, hem ellerini yıkaması için, sonra bir de çay geldi galiba...biraz sonra yavaş yavaş yürüyerek köye döndü...kazı alanına gitmedi, kimse ile konuşmadı... ben onu öyle seyrediyordum, sanki doğaüstü bir huzur, bir ermişlik, adını koyamadığım bir şey vardı gözle görebildiğim...benim aklımda bir yandan; neden iki kardeş bu kadar farklı, o neden ve nasıl bu kadar durgun ve dingin ve elleri ilaçtan yanıyor mu acaba gibi seksen tane soru dolaşırken , bir başka dupduru insan Klaus, batı platosundan doğuya , kazı alanına giderken önümüzden geçti, ikisi selamlaştılar, sanki 40 yıldır her gün konuşup görüşüyorlarmış gibi öyle sakin, öyle sukut içinde bir selamlaşma idi...

Sonra bir ara, Veysi’ nin kardeşi Mehmet anlattı galiba bana hiç unutmayacağım o güzelim hikayeyi..Berho amcanın bir atı varmış eskiden, sonra yaşlanmış at, birde bir başka hayvan bacağını mı ısırmış, yoksa kırılmış mı orasını tam hatırlamıyorum ama kötü bir yarası olmuş o vakur hayvanın, yara iyice iltihaplanıp koku yapmaya, at kendisinden beklenen işlere koşulamamaya başlayınca etrafta rahatsızlıklarını göstermiş insanlar...atı satmasını, elden çıkarmasını falan beklediler herhalde...Ama Berho amca atına o zulmü yaşatmamış, onu merhametle, köyden uzak kimseyi rahatsız etmeyeceği,bir yere götürmüş, her gün suyunu, yemini vermiş atının, ta ki o canını teslim edip, son nefesini verene kadar....bu hikaye hep aklımda kaldı yıllarca, yüreğime dokundu...sadece hayvanları çok sevdiğim ve içinde bir atın kurtarılma hikayesi olduğu için değil, başka bir tını da vardı bu sessiz hikayede...merhametin ve iyiliğin varlığına dair bir küçük umut belki?

Dün, Göbekli Tepe’ nin çocukları Hasan ve Tarık’ ın ve kardeşlerinin dedesi Berho Yıldız son nefesini vermiş...rahat uyu Berho amca...yolun ışık dolu olsun..


2 Kommentare:

  1. ne kadar içten bir diliniz var, hiç gitmediğim bir yerde tanımadığım insanları çok yakından duyumsadım bu kısacık yazıda...

    AntwortenLöschen