Göbekli Tepe binlerce yıl önce toprakla doldurulurken
buna karşı çıkan oldu mu? Dolgu sürecini sorgulayan? ‘ kendi yarattıklarımızı nasıl yok ederiz?’ diyen?
Çivi yazılı
tabletler ile bugüne kadar ulaşan bir metin vardır Mezopotamya’ dan, adı Enuma
Eliş. Yedi kil tablet üzerine yazılmış, yaklaşık bin satırlık metinde anlatılanlara, Babil yaratılış destanı da
denir bazen, bulunan tabletler milattan önce birinci bin yıla tarihlenir.
Orda burda ,
aslında başka bir yayın ararken, çeviri metinleri ile (arkeologlar, çivi yazılı tabletleri, filmlerde
gördüğümüz sahlerin aksine kil tabletin üzerinde biraz parmağını gezdirerek
okuyamıyor genellikle :) ) tekrar tekrar karşılaştığım Enuma Eliş, başlangıç satırları ve Tiamat’ın ‘kendi yarattıklarımızı nasıl yok ederiz’ ifadesine indirgenmiş olarak yerleşir hep
hafızama. Metnin diğer kısımları zaten, daha çok Marduk’ un ana tanrı mertebesine yükselmesi konusunu,
propoganda havasında anlatır.
Hikaye kısaca
şöyle: ‘henüz yukarda gökyüzü yok iken
ve aşağıda yeryüzü yaratılmamış iken’ diye başlıyor Enuma Eliş. İlk olarak, iki
tane tanrıların tanrısı var başrolde, daha doğrusu bir tanrı Apsu ve bir tanrıça Tiamat. Bunlar yavaş yavaş
gökyüzünü, yeryüzünü ve yaradılış
efsaneleri için ilk etapta gerekli olan diğer bazı unsurları yaratıyorlar, sonra da diğer tanrıları. Ama bu yeni tanrılar bir süre sonra, nedendir bilinmez çok
gürültü çıkarıyorlar ve Apsu bundan rahatsız oluyor. Gürültücü yeni tanrıları cezalandırmak, yok etmek istiyor, danışmanı
ile birlikte Tiamat’a gidiyor planını açıklıyor, Tiamat çok heyecanlanıyor,
kızıyor, sinirleniyor bu plana, kabullenemiyor cezayı ve yok etmeyi. Benim
kafamdaki sahnede ise aslında hüzün ve acı ile, bir kadının koruyucu şefkati
ile dönüyor Apsu’ya ve işte hep aklıma takılan o sözleri ediyor ‘ kendi
yarattıklarımızı nasıl yok ederiz’.
İnsan beyni ve
hafızası şaşırtır, iki satır metnin seni aldığı götürdüğü yerlere niye
geldiğini kendin bile anlayamazsın. Etkileşimlerin
beni götürdüğü yer ise çoğunlukla Göbekli Tepe. Belki bu his hep vardı, ama bunu
şimdi Klaus’un yokluğunda daha da fazla hissediyorum. Göbekli Tepe’ nin ikimizin
hayatının her aşamasında kapladığı, hatta,
adeta işgal ettiği yer ile aklıma,
düşüncelerime, etrafı anlamama, karşılaştığım her türlü yaratıcı eseri
algılamama kadar her konuda beni ve ayrıca daha da fazla Klaus’u etkisi altında bıraktığını söylemem
gerekir, kimse de şaşırmaz buna sanırım.
Göbekli Tepe’de
Klaus un yanında ve onun ekibi ile birlkite 20 yıl boyunca çalışırken ulaştığımız
önemli bilgilerden biri, bulduğumuz
neolitik dönem yapılarının bilinçli olarak dönem insanları tarafından toprakla
dolduruldukları, bir şekilde gömüldükleri tespiti idi. Neden gömülmüşler/
doldurulmuşlar sorusu, bu bilgiyi
kavradığımız andan itibaren (kazıların son zamanlarında değil, ilk yıllarında
idi bu) hepimizi meşgul eder hale geldi tabii. Arkeologlar olarak bu sorunun
cevabını aramak için dolgu sürecini incelememiz gerektiğini biliyorduk ve buna
yönelik çalışmalar yapıldı, yayınlandı , bu bilgi bilimsel çevrede paylaşıldı
vs. Aynı bilgiyi gelen ziyaretçilerle
de paylaşmaya başladığımızda, Göbekli Tepe’ nin
günümüze bu kadar güzel korunmuş
olarak ulaşmasının, Urfa ya o kadar yakın ama o kadar uzak kalmasının ve
binlerce yıl keşfedilmeyi ve Klaus Schmidt ile karşılaşmayı beklemesinin ,
kazılar başlamadan önce toprak üstünde hemen hiçbir şey görünmemesinin hep bu, yapıların
zamanında bilinçli olarak doldurulması ile ilgili olduğunu anlatmaya çalıştığımızda,
her duyduğuna inanmayacak kadar kendine güvenen, kendisine sunulan bilgiyi
kendi bilgiçliği ile sınayan bazı ziyaretçiler ne saçma , öyle olamaz, niye bu
kadar uğraşsınlar bunları yapmak için sonra da gömsünler derlerdi...Bir yandan
da iyi bir kendine güven tavrı sergiliyorlardı bu kişiler belki de, kendine her
anlatılana inanmamak iyidir !
Ne diyordum,
Enuma Eliş ve Göbekli Tepe etkileşimleri...Aklımda bir kadın ...Göbekli Tepe’yi
yapanların zamanından ...ama ille bir kadın olması gerekmez..belki birden
fazla birey, birileri işte...muhalif bir
grup da olabilir...insanlık tarihinin neresinde, insanlar tamamen homojen bir
birliktelik içinde yaşadılarki...o zamanlarda da farklı düşünenler, ötekiler olmalıydı...
Göbekli Tepe’yi
kapamaya başladıklarında, üzerini toprakla örttüklerinde, hüzünle, acı ile bu
örtme işlemini izleyenler, niye kapatıyoruz diyenler olmuş mudur? Göbekli Tepe’nin
T-biçimli dikilitaşları tahrip edilmemiş, bir zorbalık, bir şiddet görmemişler,
neredeyse sevgi ile dikkatli bir itina ile toprak ile kapatılmışlar...Biraz Tiamat
gibi düşünen kadınlar var mıydı acaba o
zamanlarda, kendi yarattıklarımızı neden
saklıyoruz, niye bir daha hiç görmemek üzere toprağın altına uğurluyoruz diye
düşündüler mi onlar da? Eserlerinin üzerine toprak düştükçe görebildikleri son
kıvrımları takip edip, o anı belleklerinde saklamak için çabaladılar mı, kendilerinden
bir parçayı da üzerini örttükleri eserlerinin yanına koyuverdiler mi, bir
hatıralarını beraber yolcu ettiler mi? ya artık her şey toprağın altına
girdikten sonra ne hissettiler, ne anlattılar, ne söylediler, ne
düşündüler? Bu yaşadıklarının anısını
geleceğe nasıl taşıdılar? Orada toprağın altında ne olduğunu halen bilen
insanlar ne yaptı peki, tekrar tekrar Göbekli Tepe’ ye gelip etrafta dolaştılar
mı? Gözyaşı döktüler mi?
Toprak sana iyi
olsun, seni saklasın ve korusun dediler mi?
NOT: Bu
yazdıklarımda kesinlikle Göbekli Tepe ve Enuma Eliş ilişkilendirme çabası
aranmasın lütfen, sadece aklıma takılanların ve etkleşimler sonucu üreyen
düşüncelerin paylaşımıdır bunlar, ne de olsa bir blog yazısıdır, bir çeşit
dijital günlüktür ya da benzeri bir şey, fazla anlam yüklemeye gerek
görülmesin...
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen